21-Kasım-2024 18:15:09

Cankoç Medya Kuruluşudur.

$
İmamlarımız üzerine

İmamlarımız üzerine

Benim yazılarımı okuyanlar bilir ki iç kamuoyu ile ilgili mümkün mertebe yazı yazmıyorum. Ağırlıklı olarak genel, dış siyaset ve dünya gündemine dair yazılar yazıyorum. Ancak Mübarek Ramazan Ayında son 10 günde 2 yerel gazetede çıkan haber bu yazıyı yazmama vesile oldu. Makale yazdığım Gerede Yenigün Gazetesi bir haberi verirken farklı algılamalara yol açacak bir başlıkla çıktı ancak özür dilemesini de bildi. Kendilerine teşekkür ediyorum. İç kamuoyundan genel kamuoyunun görüşlerine doğru gidelim.  Diyanet teşkilatı onbinlerce mensubu olan bir teşkilat. Her teşkilat yapılanmasında görevini eksik yapan, farklı kullanan, görevden kaçan insanlar olabilir, suiistimaller yaşanabilir. Ancak toptancılık anlayışını terk etmemiz lazım. Diyanet İşleri Başkanlığı şu anki sistemimiz içersinde çimento vazifesi görmekte ve liyakati yüksek bir insan tarafından yönetilmekte. Teşkilatın kusurları varsa da bu bugünün değil yüzyıl içersinde yaşanan gelişmelerde arta kalan kusurlar ve bu kusurlarda giderilmeye çalışılmakta. İmamlarımız veya din görevlilerimiz arada bir tırnak kaşınarak hedefe konuyorlar. Bu Ülkemizde de böyle, Bolu’da da, Gerede’de. İmamlarımızın böyle bir savunmaya ihtiyaç duyduklarını düşünmemekle birlikte İmamlık üzerine bu yazıyı yazma lüzumu hissettim.

İmam: Diyanet işleri Bakanlığı tarafından camilerde görevlendirilen, namaz kıldırmak ve halkı din konularında aydınlatmak üzere çalışan görevlilerdir. Aynı zamanda önde bulunan zat, kendisine uyulan kimse, önder. İmam kelimesi tekil olarak Kur’an-ı Kerim’de sekiz yerde geçmektedir. Cemiyetin rol modelidir. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde yayımlanan bir makalesinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Dinî şartları tutan herkes cemaate imam olabilir; ancak Cuma namazı kıldıramaz. Cuma namazı, ancak hükümdarın izin verdiği yerlerde ve beratla tayin edilen imam-hatibler tarafından kıldırılabilir. Böyle bir imam yoksa Cuma namazı farz olmaz. Eskiden ancak bazı köylerde böyle beratlı imam-hatib vardı. Bunlar vergiden muaf idi. Şehirlerde, imamları câminin vakfı tayin eder; maaşını da burası verir. Bu maaşa “vazife” denir. Vakıf zengin ise, maaş da yüksek olur ve imamda aranan şartlar da yükselir. Selâtin, yani padişah ve ailesinin yaptırdığı câmiler böyledir. İmamlar, derin dinî bilgisi, entelektüel müktesebatı, kılık kıyafeti, güzel sesi ile cemiyete rol modeli teşkil eden seçkin şahıslardır. Kendisinden beklenti de yüksektir. Örnek şahsiyetlerin, hareketlerinin de örnek olmasına dair, “imamın sarığı beyazdır” tabiri kullanılır. Zira beyaz, kir gösterir. Bazı vakfiyelerde, mütevellinin imam ile anlaşmadan evvel, mahallelinin de rızasını almayı şart koşar. Zira kendisinden razı olmayan bir cemaate imamlık yapmak, mekruhtur. İmamlar, kadı, müftü, evkaf muhasebecisi ve mahallî ulemadan müteşekkil bir heyet huzurunda imtihan edilir. Kendisine Kur’an-ı kerimden bir sûre ve Dürer adlı fıkıh kitabından bir ibare okutulur. Ayrıca Kur’an-ı kerimi güzel okumaya dair tecvid ilminden sorulur. İmamların itinalı yetişmesi için, 1882’de Menşe-i Eimme ve Huteba, 1913’de de Medresetü’l-Eimme ve Huteba açılmıştır. İmamları, beldenin kadısı kontrol ve icabında teftiş eder. İmamı bulunmayan câmilere, kadı tayin yapar. İmamlar sadece namaz kıldırıp, ölü yıkamaz. İçinde bulunduğu cemiyetin, umumiyetle en tahsillisi olduğu için, aynı zamanda çocukları okutan bir muallimdir. İmamlar, mahalle veya köydeki ev sayısını, kimin ev sahibi, kimin kiracı olduğunu, bunların mesleklerini, dirlik sahibi olanları ve medenî hallerini gösteren bir defter tutar. Mahalle halkının hüviyet tespiti, yeni gelenlerin kefalete bağlanması, mürur tezkeresinin tanzimi imama aittir. (Osmanlılarda, mahallede oturanlar, hükümet nezdinde birbirinin kefilidir. Ayrıca bir başka yere seyahat için, bir nevi iç pasaport hüviyetinde mürur tezkeresi almak gerekir.) Mahallede kefilsiz kimse oturamaz. İffetsizlik töhmeti sebebiyle veya birine kaçtığı için hapsi veya tevkifi gereken kadınlar, imam evinde nezârete alınır. Böyle bir hal zuhur ettiğinde imama, hükümet ücret öder. Eskiden argoda “imam evi”, hapishane manasına kullanılırdı. Mahkemelerde şahitlerin elverişliliği, mahallesi imamından sorularak tahkik edilir. Osmanlılar, maslahat icabı nikâhları, bir din adamının kıymasını arar. “İmam nikâhı” tabiri bundan doğmuştur. Yoksa nikâhı imamın kıyması dinî bir mecburiyet değildir. Mahallenin temizliği, esnafın nizamı, fırınların kontrolü, yangına karşı evdeki ocakların söndürülmesi ve temizletilmesi gibi belediye işleri de imama aittir. Kiliseler tamir edilirken, orijinal hâline ilâve yapılmamasına nezaret eder. Ölüm ve defin, doğum ve nikâh hakkında resmî muamele ve ilmühaber tanzimi imamın vazifesi ve bunlardan harç almak da hakkıdır. Askerlik kurasının çekilmesi, nüfus ve emlak sayımı işleri, Meşrutiyet’ten sonra seçmen kütükleri ve resmî iane (yardım) toplam işleri de imamlara havale edilmişti. Cumhuriyetten sonra, imamların maaşları, vakıflardan gelmeye devam etmiş; ama vakıfların zayıflaması sebebiyle fevkalâde düşmüştür. Köy ve mahalle imamları, eskiden olduğu gibi halk tarafından tutulmuş; ama halkın malî vaziyeti zaten düşük olduğundan, bazı camiler imamsız kalmış; bazılarında da imamlar boğaz tokluğuna razı olmuşlardır. Vakıflara el konduktan sonra, devlet memuru sayılmayan, ama kontrol altında tutma adına maaşları umumi bütçeden ödenen imamlar, maaşlar en alt seviyede tutulduğu için, maişetini temin adına çok zorluklara düşmüştür.” Evet İmamlarımızın maaşları da yıllarca en düşük ücrete tabi iken AK Parti iktidarı ile birlikte mesafe kapatılmış bu da art niyetli kişiler tarafından olumsuz gösterilmeye çalışılmaktadır. Yeşilçam filmleri ve romanlar marifetiyle imamlar sahtekar ve toplumun nezdinde itibarı en düşük gösterile gösterile bilnçaltına imamlarla ilgili ne kadar olumsuzluk varsa yüklendi. Bugün en küçük bir olay olsa maalesef “meselelere toptancılık”  yaparak yaklaşmaktayız, bilinçaltımızı hemen dışarıya vurmaktayız. Her meslek grubunun kötüsü, aymazı, görevden kaçanı vardır ama hiçbir meslek grubuna imamlık müessesine yaklaştığımız gibi yaklaşmamaktayız. Buda İslam düşmanlarının algı operasyonunda ne kadar başarılı olduklarını göstermekte.

Muradım bu kadar uzun yazmak değildi ancak kendi aramızda aynı dünya görüşüne sahip insanlar olarak bile bu duruma gelmemiz üzüntü verici. Yaşanmış bir hikaye midir bilmem ama içersinde bulunduğumuz ruh halini yansıtan çok güzel bir kıssa ile yazımı bitirmek istiyorum.

Vakti zamanında adamın biri, şehrin tam ortasına bir “çeşme” yaptırmış… Üzerindeki mermere de şöyle bir yazı yazdırmış: “Bu çeşmeden herkes su içebilir, ama Müslümanlar asla!” Müslümanlar şaşırmış… Çünkü “çeşme”yi yaptıran bir “Müslüman”, ama o yazıyı yazdıran da aynı Müslüman!

Çıkmış biri Kadı Efendi’nin huzuruna ve şikâyet etmiş adamı… Kadı hazretleri, ertesi gün yaka-paça getirtmiş adamı: “Be adam, bu ne densizliktir!”

Adam, “O yazıyı yazdırmamın bir sebebi var” demiş ve “hikmet”in anlaşılabilmesi için, kendisine “tutuklama yetkisi” verilmesini istemiş. Kadı da merak etmiş, işin nereye varacağını… Ve, istenen “yetki”yi vermiş.

Adam, dönmüş kasabaya… Aldığı yetkiye dayanarak, önce kasabadaki Haham’ı tutuklamış!… Bütün Yahudiler ayağa kalkmış… Gürültü-patırtı, tepki, protesto derken, varmışlar Kadı Efendi’nin huzuruna: “Haham’ımızı isteriz!” Haber salmış Kadı Efendi kasabaya… Haham “serbest” bırakılmış. Birkaç gün sonra, bu defa kilisenin “Papaz”ını tutuklamış çeşmeyi yaptıran adam. Bu defa Hıristiyanlar ayaklanmış… Doğruca Kadı Efendi’nin huzuruna: “Papazımızı isteriz!”

Uzatmayalım… O da “serbest” bırakılmış. Çeşmeyi yaptıran adam, bu defa kasabanın tek “imam”ını tutuklayıp, atmış zindana. Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş, üç gün geçmiş…. Ne bağıran var, ne çağıran!… Kadı Efendi beklemede… Ne gelen var, ne giden!… Dayanamamış, kendi düşmüş yollara… Gelmiş kasabaya. Gelirken de, karşısına çıkan kasabalılara sormuş: “Sizin bir imamınız vardı, duydum ki tutuklanmış, acaba suçu neydi?”

Dudak bükmüş kasabalı: “Devlet tutuklamışsa, vardır bir sebebi!… Zaten, son günlerde ileri-geri lâflar ediyordu… Çeksin cezasını zindanda!!!”

Kadı Efendi, aldığı bu cevaplardan sonra, gitmiş “çeşmeyi yaptıran adam”a… Kucaklamış onu: “Haklıymışsın!… İmamlarına bile sahip çıkmayan insanların, o çeşmeden su içmeye hakları olamaz!…

O yazı, bir ibret levhası olarak kalsın çeşmenin üzerinde!”

Mübarek Kadir Gecenizi ve yaklaşan Ramazan Bayramınızı Tebrik ederim.

Cevap bırakın