YAZI DİZİSİ 3
Abonesi olduğum Derin Tarih dergisi Eylül 2015, 42. sayısıyla önemli bir meseleyi kapak dosyasına taşımış: İran Sadece İran Değildir, Sünni İran Nasıl Şii Yapıldı? Çoğu kişinin cevabını merak ettiği soruları bir derginin imkânları çerçevesinde incelemiş. Meselâ Mohamad Ballan’ın “Sünni İran Nasıl Şii Oldu?” ve Mustafa Armağan’ın “Kızılbaşlıktan Şiiliğe Neden ve Nasıl Geçildi? İran’da Sünni Katliamları” başlıklı makalelerde çok çarpıcı bilgiler bulacaksınız. Ballan, yazısında; İran’ın İslâm’ı kabul ettiği 7. yüzyıldaki Arap fetihlerinden 16. yüzyılda Safevilerin ülkeye egemen olmasına kadar geçen dönemde Sünni Müslümanlığın kalesi ve entelektüel merkezi olduğunu bugün din âlimi olmayanların çoğu tarafından bilinmediğini söylemektedir.
“15. yüzyılın sonunda Şeyh Haydar’ın egemenliği döneminde Safevilik tam bağımsız bir siyasî ve askerî güce dönüşmüş, Uzun Hasan’ın bu durumdan rahatsızlık duyan oğlu Sultan Yakub, Şeyh Haydar ve takipçilerinin etkisini azaltmaya çalışmıştır. Kısa bir süre sonra Irak ve Anadolu’daki Türkmen aşiretlerinin de katılımıyla kalabalıklaşan Kızılbaşlar, Şirvanşahlar ve Akkoyunlu devletleriyle karşı karşıya gelmiş, Şeyh Haydar da 1488 yılında bu iki devletin ortak ordularına karşı verilen bir savaşta ölmüştür. Bu yenilgi Kızılbaşların yükselişini kısa bir süreliğine durdursa da, nihayetinde Türkmen aşiretleri ve Safevilerin yarattığı tehdidin önüne geçememiştir.
1501 ile 1510 yılları arasında Haydar’ın oğlu İsmail, Doğu Anadolu ile Horasan arasındaki bütün bölgelerin fethedilmesi için bu ruhanî gücünü kullanarak Kızılbaş takipçilerini harekete geçirmiştir. Akkoyunluların son kalıntılarını başarılı bir şekilde mağlup ettikten sonra Şirvanşahlar Devleti’nin başkenti Bakü’yü (1500), Tebriz’i (1501), İsfahan’ı (1503), ardından eski Abbasi başkenti Bağdat’ı (1508) ele geçirmiş ve İran, Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak üzerinde egemenlik kurarak yüzyıllar sonra ilk kez İran topraklarını yeniden birleştirmiştir. 1510 yılında Özbek hükümdarı Şeybek Han’ı [Muhammed Şeybani] (ö. 1510) mağlup edip öldürmüş ve egemenliğini Horasan’a değin genişletmiş, sonrasında hem Meşhed’i hem de Herat’ı kontrolü altına almıştır.
Bu fetihlerin ardından İsnâaşeriyyeyi fethedilen bütün topraklarda resmî mezhep olarak ilan etmiş ve İran, Irak ve Azerbaycan’da yaşayan Sünni halka bu inancı şiddetle dayatmış, “Şii Ezanı”nı mecbur kılmış ve ilk üç Halifeyi, Hz. Peygamber’in (sav) eşi Hz. Ayşe’yi ve bir dizi sahabiyi lanetleyen ve yeren seb (sövme) uygulamasını kurumsallaştırmıştır. Bu uygulama özellikle nüfusunun çoğunluğun Sünnilerin oluşturduğu bölgelerde uygulanmış, bu kimseler yeni inancı kabul etmek ile idam edilmek arasında tercihte bulunmaya mahkûm edilmiştir. Sonraki dönemde yazılmış bir Safevi Şii kaynağında da belirtildiği üzere mutasavvıflar özellikle şiddete maruz kalmıştır: “İsmail bütün Silsile-i Aliyye’yi (tarikatları) yok etmiş, atalarının mezarlarını parçalamış, çocukları da İsmail’in hışmından kaçamamıştır… Seyyid ve Şeyh silsilelerinin kökünü kazımıştır.” Buna ek olarak İsmail’in fetihleri sırasında da Sünni topluluklara çeşitli zulümler edilmiş, malları yağmalanmış, Bağdat’taki İmam Azam ve Abdülkadir Geylanî’ninkiler başta olmak üzere türbeleri yıktırmıştır.
Bunlara ek olarak birçok katliam da yapılmıştır: 1503 yılında Hemedan yakınlarında 10 bin; Fars’ta Kazerunî Tekkesi’ne mensup 4 bin kişi öldürülmüştür. Rakip tarikatlara ait tüm kabirler kirletilmiş; Asta’ya sığınan 10 bin göçmen ve muhalif kılıçtan geçirilmiş; Safevi yıllıklarına göre Yezd, Tebes ve Aberkuh şehirlerinde yaşayan 10 binlerce insan katledilmiş; Horasan’daki Molla Camî’nin türbesi yıkılmış; Karşi şehrinin 15 bin kişilik bütün nüfusu kılıçtan geçirilmiştir.”