Yüzyıllık bir kayıptan söz ediyoruz. Nesillerin yok oluşundan bahsediyoruz. Uyuşturucu illeti ile baş edilemediği, çocuklarımıza güzel ahlakı aşılayamadığımız yıllardan söz ediyoruz. Sapkınlığın alenileştiği yıllar. Ticaretimize yalan, sahtekârlık, emek harcamadan köşeyi dönme hastalığının bulaştığı, üretmeden tüketmeye alıştığımız yıllar. Aşağıda anlatacağımız bu hikâyelerin aktörleri, sanki bu milletin dedeleri değil de başka bir dünyadan gelen özel donanımlı varlıklardı.
Asya, Avrupa ve Afrika’da 600 yıl varlığını hissettiren Osmanlı Devleti’nin tarihi pek çok bilim adamı tarafından incelenmiş ve incelenmektedir. Geçen yüzyılların en önemli sosyal gözlemcileri olan seyyahların Osmanlılar hakkında yazdıkları da Osmanlı tarihini ve kültürünü aydınlatan en önemli belgelerdir. Özellikle Avrupalı seyyahlar, 18 ve 19. yüzyıllarda yoğunlaşan seyahatleriyle Osmanlı’da sosyal yaşamı ve kültürü gözlemlemişlerdir. O gün onlar bize hayrandı, bugünde biz onlara…
Güvenilirdik
* “Evlerin kapısının üstünkörü kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla açık bırakıldığı İstanbul’da her sene en fazla beş, altı hırsızlık vakası görülür.” (A. Brayer, XIX. yüzyıl).
* “Esnaf dükkânını kapatmayıp, biraz sonra geri döneceğini belirtmek için kapısının önüne bir bez çekiyor. Bu sonsuz güven, hizmete göre değer kazanıyor. İstanbul’da hırsızlık olaylarına çok az rastlanırmış.” (Edward Raczynski, XIX. yüzyıl).
* “Bu muazzam başkentte namaz saatlerinde dükkânların açık bırakılıp camiye gidildiği ve geceleri konut kapıları basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede beş hırsızlık vakası bile olmaz. Baştan aşağı Hristiyanlarla dolu olan Galata ve Beyoğlu’nda ise hırsızlık olmayan bir gün bile yoktur; cinayet vakaları da pek çoktur.” (F. H. A. Ubicini, XIX. yüzyıl).
Namusluyduk
* “Milli ahlakı halkın orta tabakasında, yani zenginlerle fakirler arasındaki sınıfı oluşturan insanlar arasında aramalıyız. İşte bu tabakaya mensup olan Türkler arasında sosyal ve aile içi erdemler, kendi ihtiyaçlarına ve bilhassa ilk resuller devrine layık nazikâne görgü kurallarına uygun bir eğitim seviyesiyle birleşir. Namuslu olmak Türk tüccarının vasfıdır. Rumlarla karışık olmayan Türk köylerinde hayatın masumiyetiyle gelenek ve göreneklerin sadeliği şayanı takdirdir ve hilekârlıkla dolandırıcılık oralarda kesinlikle bilinmez.” (Thomas Thornton, XIX. yüzyıl).
Adildik
* “Yirmi küsur ırka mensup halk, Osmanlı’nın hakimiyeti altında sızlanmadan, hiçbir şikayeti olmadan, mesut yaşadı. Müslüman olsun, olmasın herkes arazi / mülk sahibi olabilirdi. Birçok Hristiyan, vergileri ağır ve adaleti belirsiz olan Hristiyan ülkelerindeki ana yurtlarını terk ederek Türkiye’ye yerleşti.” (Fairfax Downey, XX. yüzyıl).
* “Osmanlı başkentinde gayrimüslimlere ait olan ibadethane sayısının gayrimüslim nüfusuna oranı, Müslümanlara ait olan ibadethane sayısının Müslüman nüfusuna oranından çok daha fazla idi (Gayrimüslimlerin ibadethanelerinin sayısı, cami sayısının üçte birinden fazla idi). “İstanbul’da üç yüz elli cami, doksan iki Rum ve Ermeni kilisesi, sekiz Katolik kilisesi, otuz dört sinagog vardır.” (F. H. A. Ubicini, XIX. yüzyıl).
* “Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus’a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Osmanlıya emanet edin. Adil ve merhametlidir.” (Boğdan Prensi Büyük Stefan’ın oğullarına vasiyeti).
* “Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkûmlarına Müslüman Türklerden daha iyi bakan ve daha iyi muamele eden hiçbir millet yoktur.” (Mouradgea d’Ohsson, XVIII. yüzyıl).
Harambilmezdik
* “Osmanlı Türkleri diğer faziletleri kadar namusluluk, dürüstlük, doğruluk gibi Kuran hükümlerine dayanan iyi huyları yönüyle de takdire şayandırlar. Osmanlı Türklerinin övülmesi gereken faziletlerinden biri de verdikleri söze sadık olmaları, hemcinslerini aldatmaktan, emniyeti suistimal etmekten, insanların saflığından yararlanmaktan veya saflıklarını istismar etmekten vicdan azabı duymalarıdır. Kendi vatandaşlarına karşı bütün muamelelerinde hakim olan bu görgüye, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bütün yabancılara karşı da uyarlar, yani Müslüman’la gayrimüslim arasında hiçbir fark gözetmezler. Faziletli bir toplumsal düzenin yürütülmesi bakımından olağanüstü değeri olan bu fikirler kanun esaslarından başka Kuran’ın şu güzel ayetlerine dayanmaktadır: Hiç kimseyi aldatmayın; ölçüyü tam doldurun; doğru tartın; sözlerinizde, yeminlerinizde kendi aleyhinize bile olsa doğruluktan ayrılmayın. Mukavelelerinizle pazarlıklarınızda hileden kaçının. El malını haksız yiyen, karnını yakacak bir ateş yemiş olur.” (Mouradgea D’Ohsson, XVII. yüzyıl).
Sadıktık
* “Türkler vaatlerine olağanüstü bir sadakat gösterirler.” (Comte de Bonneval, XVIII. yüzyıl).
* “Müslüman Türkler yeminleriyle ahitlerine de son derece sadıktırlar. Fakat Allah’ın adını ağızlarından düşürmemek alışkanlıklarına bakılırsa, sözlerine Tanrı’yı şahit göstermeden hiçbir şey söylemek istemedikleri anlaşılır. Bu durumda bir yemin ifadesi olarak Vallahi kelimesini kullanırlar. Kesinlik belirtmek için Billahi kelimesini de ilave ettikleri gibi, tam bir kesinlik ifadesi olması için Tallahi kelimesini de ilave ederler.” (Mouradgea d’Ohsson, XVIII. yüzyıl).
Mütevazıydık
* “Müslüman Türkler arasında kibir ve gurur adeta bilinmez. Kuran’ın en şiddetle yasakladığı temayüllerin biri de budur. Bir taraftan da sürekli olarak alçak gönüllülük telkin edilir. İşte bundan dolayı Müslüman Türk’ün yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber, katiyen kibir ve azamet yoktur. Daima yavaş sesle konuşur, el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman zorla hükmeden bir eda sezilmez, hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır.” (A. Brayer, XIX. yüzyıl).