ÖZEL YAZI DİZİSİ 2
Zaferlerinde, hezimetlerinde arka planında toplum vardır, fertler vardır. Bu toplumun yaşantısı vardır. Hamiyeti, yardımlaşması, şefkati, ahlakı vardır. Hezimet varsa arka planında bir toplumun basiretsizliği, ferasetsizliği, korkaklığı, hasedi, gıybeti, dedikodusu, tembelliği vardır. Okullardaki tarih dersleri çocuklarımız için ders aracı olarak görülmemesi gerekir. Kuru hamaset ya da düşmanlıkla bu dersler asla sevdirilemez, sadece nefret ettirir. Sınavlarda kuru ezbere dönüşür bir daha hatırlanmamacasına. Tarih sadece zaferlerin, mağlubiyetlerin, antlaşmalardan ibaret değildir, olamaz da.
Geçen haftada bahsettiğim gibi şimdi tarihe bir ışık tutarak ecdadımız nasıl yaşamış, neler yapmış, bir bakalım.
OSMANLI İNSANINI TANIMAK
Osmanlıda sadaka taşları vardı. İhtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden yabancı elçilerin de şaşkın bakışları arasında sadece ihtiyacı kadarını alırmış. Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan konaklarda da uygulanır, yolcu eğer ihtiyacı varsa yatağının başucundaki keseden alabilirmiş. Bindiği atına ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirmiş.
Eskiden “kapıyı kapat” denilmez, Allah kimsenin kapısını kapatmasın diye “kapıyı ört ya da sırla” denilir, kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi ise edeptenmiş.
“Lambayı söndür” demezler Allah kimsenin ışığını söndürmesin, “lambayı dinlendir” derlermiş. Uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağrılmazmış. “Agah ol erenler” derlermiş. Nezaket, incelik, edep her işin başı imiş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış. Hanımlar beylerine “efendi veya siz derlermiş. Gezerken yere yumuşak basılırmış, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için adı “karınca basmaz efendiye” çıkanlar varmış.
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edeptenmiş. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. “Git bir daha gelme” der gibi değil de “gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun” der gibi dizilirmiş.
Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış. Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz o kadar manalı yaşarmış ki “Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler/ Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler” diye tarif eder Üstad Necip Fazıl. Eskiler “Edep Ya Hu” derler, O’nu görür gibi yaşamaya çalışırlarmış. O varken başkasına bakmaz O’nu unutmuş gibi hallere girmezlermiş. Ezel ve Ebed Sultanı’nın huzurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket etmek isterlermiş. “Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, engelsiz gören şu anda bizim durumumuza bakan Allah var” der gibi o manayı hatırlatmak için her yere “Edep Ya Hu” yazarlarmış ki “Allah’ın huzurunda Edep” demekmiş bu.
KARINCA
Avrupalıların ‘Muhteşem Süleyman’ lakabıyla andıkları Kânunî Sultan Süleyman Hân, ‘Muhibbî’ mahlası ile çok güzel şiirler yazmıştır. Bir gün, saray bahçesindeki ağaçların karıncalar tarafından istilâ edildiğini görüp, karıncaların öldürülmesi hususunda, zamanın Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi’den fetva istedi.
Suâli şiir şeklinde olup, şöyleydi:
Dırahtı (ağacı) sarmış olsa karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca.
Zenbilli Ali Efendi de, bu zarif suale yine şiirle cevap verip, sual kâğıdının altına şu beyti yazdı:
Yarın divânına Hakk’ın varınca
Süleyman’dan alır hakkın karınca.
Yazı Dizisi Önümüzdeki Haftada Devam edecek.