Hep ben mi yüzeyselim ya da sizlerde de var mı bu? Ya da zaman zaman oluyor mu? Değişen koşullar mı, ilerleyen teknoloji mi daha doğrusu başrolün insana değil de makinalara teslimi mi, insana ve onun sevgisine, yardımına, desteğine daha az ihtiyaç duyuluşu mu, sebep her ne ise eğer insanı gittikçe olaylardan soyutluyor, yüzeysel bir birey haline getiriyor.
Yazımlarımda genel de değindiğim bir konu olan ifratla tefriti yakalayabilmek oldukça zor, yani acıyı da sevinci de tam ortasında yaşayabilmek. Belki de bu yüzeysellik iyidir, dünyevi olayların bu kadar içinde olmamak için. Ve aslında biraz maneviyatı derinden yaşayanlar olarak bu artık bundan sonraki hayatın bir gerekçesi oluyor. Neyin nasıl olduğunu bilmek dünyevi her olay karşısında zaten “üç günlük dilimde gerek yok” düşüncesi.
Biraz bundan elbette biraz da artık hiçbir şeyin tadının kalmayışından. Önceden en ufak şeyler mutlu ederdi insanı, mutluluk algısı küçük ama uzun süreliydi, tatmin ediciydi. Öte yandan aklımıza gelen her türlü olay ve olgu; saygı, adap, misafirlikler, oyunlar, ekmeğin tadı bile… İlkokul zamanlarımda bir gün babamla cadde de dolaşırken öğretmenimle rastlaşıyoruz ama ben de nasıl bir intizam hafiften saygının gerekçesi olan bir korku, yanımıza geldiğinde omzuma dokunarak tebessüm etmiş, birazda sohbet etmiştik. Ertesi gün sınıfta arkadaşlarıma “öğretmeni gördüm konuştuk” diye deyim yerindeyse hava atmıştım. Yani okul dışında öğretmeni görmek, buydu bizi mutlu eden. Bir diğeri veli toplantıları olduğunda ailemizin gelip de öğretmenle konuşmasının bitişini beklemekteki heyecandı. Sonra bir problemi çözüp tahtaya çıkmak ne gurur vericiydi. Keza o problemi çözemeyip yerinde oturmak ne hayal kırıcı. İlkokulu özleyişim değil bunlar ya da çocukluk anıları yalnızca “heyecanlarımız, hayal kırıklıklarımız” bunlardı demek.
Şimdi tüm bunlar ne çocuklarda var ne de büyüklerde eski hazlar. Şimdilerde ise hayal kırıklıklarımızda mutluluklarımızda birer insan kaynaklı. Sanırım zaman geçtikçe daha da eskileri özlemekle bir yaşam süreceğiz.