Gerede Depremi 02.02.1944 tarihinde, daha ortalık karanlık iken saat 06.21’de meydana gelmiştir. Bu depremin şiddeti Richter ölçeğine göre, 7.4 şiddetindedir. Bu depremde ölü sayısının 3.959, yıkılan ve harap olan evlerin sayısının (ilçe ve köy) 23.000’den fazla olduğu belirtilmektedir.
Gerede depremi Bolu, Mengen ve Çerkeş’te olmak üzere Ankara ve Zonguldak’ta da hasarlara sebep olmuştur. Fay şehrimizde şehrin merkezinden geçtiği için yoğun hasara sebebiyet vermiştir. Bolu’da ise fay şehrin merkezinden geçtiği için daha az hasar meydana gelmiştir. Bolu’da bulunan Abant Gölü’nün deprem esnasında don halinde bulunduğu ve bir çatırtı ile buzların havaya fırladığı da söylenmektedir. Bu depreme tanıklık edenler “Büyük Hareket” tanımını kullanırlardı. Depremden sonra da şehrimizde sarsıntılar devam ettiği için halkımız uzun süreler barakalarda veya bahçesi olan evlerde bahçelere kurulan çadırlarda yaşamak zorunda kalmışlardır.
Türkiye’de yer alan fay hatları üzerinde meydana gelen deprem felaketlerini inceleyen ekipler, 1944 yılında Gerede’de meydana gelen depremi de göz önünde bulundurarak dikkate alan araştırmacılar, gelecek yıllarda da depremin tekrar edebileceğinin altını çiziyorlar.
Depremin ardından şehirde büyük hasarlar meydana gelmiştir. Büyük depremin ardından yaşanan diğer depremde birlikte ilk depremde hasar gören binaların bir çoğu yıkılmıştır.
Uzmanlar Gerede’nin dünyanın en hızlı hareket eden fay hattı üzerinde olduğunu bildirmektedirler. Gerede depremi olduğu yıllarda Gerede Belediye Başkanı Avni Aydemir’in rahmetli babası Mehmet Aydemir’di. Bu vesile ile Mehmet abimizi rahmetle analım.
RAHMETLİ DEDEM’DEN DEPREMLE İLGİLİ BİR HATIRA
Rahmetli Dedem 1944 Gerede Depremini şöyle anlatırdı:
“İkinci kattaki yatak odamızda uykuya daldık, ben karyolada yatıyordum benim hanım da yer yatağında yatıyordu. Büyük bir sarsıntıyla uyandım, deprem olduğunu anladım. Benim hanıma seslenerek ‘deprem oluyor oku’ dedim.
Yattığım yerin bitişiğindeki duvarda üç sıra tahta raf vardı. Raflarda kullanılmayan yeni saham, tas, tencere gibi mutfak eşyaları vardı. Eşyalar bir bir başıma düşmeye başladı, yorganı başıma çektim.
Mevsim kış olduğu için odanın içinde bulunan sobanın üzerinde büyük su güğümü vardı. Ayrıca güğümdeki suların donmaması için odaya almıştık. Bizim hanım başladı bağırmaya… Sonradan anladım ki; sarsıntıda sobanın üstünde olan güğümdeki sıcak su, yan tarafında bulunan güğümlerdeki soğuk su aynı anda yatağına boşalmış. Feryat etmesin de ne yapsın kadın: bir tarafı soğuk suyla donup gidiyor, bir tarafı da sıcak suyla yanmakta.”
“Tarifi imkansız çok acı ve zor günlerdi o günler, yüce rabbim bu millete bu gibi acıları bir daha yaşatmasın.”derdi Rahmetli Tevfik Varol dedim.
DEPREM GERÇEĞİYLE YÜZLEŞMEMİZ!
01 Şubat 1944 Gerede Depremi, 7.2 şiddetinde olup, Gerede’mizde 3959 kişi hayatını kaybetmiştir.
Şimdi dün yayınladığımız 1944 Gerede Deprem raporundaki bilgiler ışığında bir özeleştiri yapalım isterseniz. Raporda, “büyük ve küçük fay hatları üzerine ve 25-50 metre çevresine inşaat yapılamaz” diye yazılmış. Ayrıca şehrimizin zemini sağlam olarak gösterilen yerler; Yenimahalle, Kaymakamlık ve Adliye Binasının olduğu bölge olarak gösterilmiş, az hasar görülen mahalleler olarak da Kabiller ve Kitirler Mahalleleri işaret edilmiştir.
Bu güne kadar hiçbir dönemde bu uyarılara dikkat edilmedi. Bu günden sonra da dikkat edileceğine inanmıyorum. Gerede’mizdeki binaların belki de bir çoğu “inşaat yapılamaz” denilen zemin üzerinde bulunuyor.
Yüce Rabbimiz’in “ol” dediği her şey anında olur. Başımıza gelen her “nimet” ve her “felaket” Allah’tandır. Kalbinde iman taşıyan her Müslüman’ın buna iman ve inancı tamdır. Yüce Rabbimiz’den gelene bir şey yapamayız.
Bir de kendi halimize, yapmamız gerekenlere ve yaptıklarımıza şöyle bir bakalım:
Deprem yaşayan yerleşim yerlerinde “şehir imar planı” ile birlikte belediyelerimizde fay hatlarının geçtiği yerleri gösteren bir “deprem haritası” bulunmalı, inşaat ruhsatı verilirken bu haritada masada olmalıdır. Yalnız masada olması bir şey ifade etmez, uygulanmadıktan sonra!
Deprem anında her mahalle halkının toplanacağı boş alanlar bırakmalıydık, bıraktık mı? Maalesef bırakmadık.
Japonya’da devamlı 9-9,5 şiddetinde depremler oluyor, fakat ölümler olmuyor. Çünkü binalarını sağlam yapıyorlar ve insan sağlığına çok büyük önem veriyorlar.
Bizlere gelince;
Felaketler bize hiç ders olmuyor. 3 kuruşluk menfaatimiz için çimento ve demirden kısıp, malzemeden çalıp hayatımızı tehlikeye atıyoruz. Ana cadde diyerek fay hattı üzerinde olup olmadığına bakmadan 6-7 kat bina dikiyoruz.
Şehrimizin ilk imar planını Bolulu Mimar ve büyük hayırsever rahmetli İzzet Baysal çizmiş. Plana bakıldığında ancak 2 kata kadar imar izni var.
Sen tedbirini al da takdiri Allah’a bırak. Kul olarak bizlere gelen “hayır” ve “şer” Allah’tandır. Buna iman ve itikadımız vardır.
Şanlı atalarımızı da kendimize örmek almadık maalesef. Bırakınız bütün Osmanlı topraklarındaki eserlerine bakmayı, sadece İstanbul’da koca Mimar Sinan’ın eserlerine bakmamız perişanlığımızı anlamamıza yeter de artar bile… Çimento ve demirin olmadığı bu zamanlarda yapılan dünya şaheserleri, o güzelim camilerimiz ne büyük depremlerden, ne büyük felaketlerden geçmiş fakat hiç etkilenmemiş. 500 yıldır ilk yapıldığı gün gibi hala dimdik ayakta.
Binalarımızı çürük yapıyoruz, yıkılıyor ve bahanemiz hazır: “takdir-i ilahi!”
Dere yatağına bina yapıyoruz, sel alıp götürüyor bahanemiz hazır: “takdir-i ilahi!”
Köprü ayaklarını çürük yapıyoruz, sele onlarca insanımızı kurban veriyoruz bahanemiz hazır: “takdir-i ilahi!”
Çimentodan çalıyoruz, “takdir-i ilahi!”
Demirden çalıyoruz, “takdir-i ilahi!”
Bir de utanmadan kendi hatalarımızı, vurdum duymazlığımızı, Yüce Rabbimiz’in üzerine yıkıp, “ondan geldi” diyoruz. Yüce Rabbimiz, bize binalarınızı “çürük yapınız” mı diyor?
Allah aşkına söyler misiniz? Peki, şu bizim yaptığımız aç gözlülüğümüzü, hata ve kabahatlerimizi nereye koyacağız? Bundan sonra bir şeyler değişecek mi? Hayır değişmeyecek! Ne yazık ki, böyle gelmiş böyle gidecek… Ne yapalım? Canınız sağolsun.