Değerli okuyucularımız okul kayıtları başlıyor. Şu günlerde çocuklarımızı hangi okula yazdırsak hangi okula göndersek telaşı birçok ailenin birinci gündem maddesi. Ben bu haftaki konumu bu minvalde İmam Hatiplere ayırdım. İmam Hatipler yaklaşık 60 yıldır bu ülkenin gündeminde. 1.5-2 milyon mezunu, bu mezunların milyonlarca yakınları, halkın yaklaşık yüzde yetmişinin sempati duyduğu, bir kısmının daha ileri giderek “İmam hatipli olmak ayrıcalıktır” anlayışına sahip olduğu bu kurumlar yıllarca “sakıncalı” görüldü. Sistem ve kurulu düzen bu okulları ve mezunlarını “düşman” olarak tanımladı. Her dönem tartışıldı, engellendi, sistem tarafından dindarlar üzerinde baskı aracı olarak kullanıldı. Yarasa dendi, irticacı dendi, arka bahçe dendi, sadece imam denilerek küçümsendi hor görüldü. Bir dönem geldi yükseldi, bir dönem geldi kaynağından kesilerek kapanma aşamasına getirildi. Özellikle 28 Şubat döneminde (o dönem bu okulun öğrencisi idim) kat sayı zulmü, arş-ı alaya vardı. Girdiğiniz bir maraton yarışmasında rakiplerinizden 3-5 km geri başladığınızı kafanızda canlandırın ve bu yarışı kazanabileceğinizi umut edin. Mümkün mü?
Aldığı eğitim gereği düz lise mezunlarından farklı olarak meslek derslerini gören İmam Hatip mezunlarına avukatlık, hakimlik, eczacılık, doktorluk, mühendislik gibi üst düzey meslekler yakıştırılamıyor “siz sadece imam, kayyım, gassal olun” cenazemiz ortada kalmasın deniyordu. Ülkenin kurulu düzeni bu okullardan, mezunlarından daima korktu. Siyasi istikrarsızlıklara malzeme etti. Kendi beceriksizliklerine perde kıldı. Normal şartlarda Müslüman bir ülkede ayrıca İmam Hatip okuluna ihtiyaç duyulmaması gerekirdi.
Meseleyi daha basite indirecek olursak Müslüman halkımızın önemli bir kısmı çocuğunu okutmak, “adam etmek” istiyor; onun anladığı “adam” ise dinine, kültürüne bağlı, medeniyeti ile iftihar eden bir okumuş, bir aydın, bir bürokrat, bir iş adamı, bir meslek mensubu. AK Parti iktidarında 12 yıllık Başbakanı ve şu anda Cumhurbaşkanı İmam Hatipli olan bir ülkede gelinen nokta çok mühim. Ülke ekonomisi gelişmiş, halkın refahı yükselmiş, dünyada artık kaale alınan bir devlet. Başörtüsü ve kat sayı zulmü bitmiş, kurulu düzenin gördüğü kâbusun gereksiz olduğu anlaşılmış durumda. Yani ülkenin ne rejimi değiştirilmiş, ne de farklı inanç ve farklı yaşam isteyenlerin hayatlarında bir değişiklik söz konusu. Ülkenin enerjisinin boşa harcandığı maalesef ancak fark edilmekte. Bugün okullarda Siyer, Hz. Muhammed (S.A.V)’in hayatı, Kuran-ı Kerim gibi derslerin okutulmasının hiçbir zararının olmadığı ayan beyan ortada. Evet, biz zaten bunların farkındaydık ama kurulu düzen temsilcileri bunları bizim tepemizde demoklesin kılıcı gibi yıllarca sallandırdı. Özellikle 28 Şubat döneminin yanlış bana göre kasıtlı politikalarının sonuçlarını 2014 ve sonraki yılların Türkiye’si acı bir şekilde ödemeye devam edecek. Bugün yaşanan ahlaki zafiyetler, uyuşturucu, alkol, şiddet içerikli artık kanıksadığımız bu haberlerin alt yapısı 1990’lar da bu ülkenin temeline koyulan dinamitlerin bugün patla(tıl)masıdır. 2000’li yıllarda atılan güzel temellerin neticelerini de inşallah 20-30 yıl içersinde alacağız. Bu konuya önümüzde ki hafta devam edeceğiz.
Not: Yazarı olmaktan büyük mutluluk duyduğum Gerede Yenigün Gazetesi’nin kuruluşunun 1. yıl dönümünü kutlar, İlçe halkımızın haber almasını uzun yıllar temin etmesini dilerim.