“Hiçbirimiz doğuştan dinimizi seçmediğimiz gibi mezhebimizi de seçmiyoruz. Siyasi bir ihtilafın neticesi ortaya çıkmış Şia haricinde 4 Sünni mezhep coğrafi ve kültürel farklılıklara göre alıcı bulmuş ve günümüze dek ulaşmıştır. Bize bakan yanıyla Hanefi mezhebi ve İmam-ı Azam keskin zekası ve İslam’ı şehirli nazarıyla okuması nedeniyle farklı bir noktada durmaktadır.
Allah’ın kelamı ve Resul’ün sünnetini sistematik bir biçimde ele alıp bir hukuk düzeni ortaya koymak için biraz farklı bir kişiliğe ve yine biraz farklı bir arka plana sahip olmak gerektiği konusunda mutabık olduğumuzu sanıyorum. Bu farklılığı en bariz biçimde ortaya koyansa Ebu Hanife’nin ailesinin sahip olduğu yüce ahlak anlayışı ve metafizik gerilimdir.
Ebu Hanife’nin babası Sabit bir gün dere kenarında abdest alırken, akıp giden elmaya elini uzatır. Isırdığı anda pişman olmuştur. Boğazına haram lokma girmiş olması endişesiyle dereyi takip ederek yokuş yukarı yürür ve dalları dereye sarkan elma ağaçlarının sahibine ulaşır. “Ne olur hakkını helal et” diye yalvarır. Yaşlı adam “Ederim ancak bir şartla” deyince Sabit vicdani yükten arınma adına bunu kabul eder. Anlaştıkları gibi 7 yıl boyunca bila bedel yaşlı adamın bahçesinde çalıştıktan sonra tekrar helallik için huzuruna çıkar. Yaşlı adam Türkiye ile alay eden Avrupa Birliği gibicesine son bir şart daha koşar Sabit’e. “Hakkımı helal etmem için kızımla evlenmen gerek. Ancak kızımın eli ayağı tutmaz, gözleri görmez, kulağı işitmez. İyi düşün ve kararını ver. Bu öyle sanıyorum ancak Ebu Hanife’nin babasına nasip olacak ağır bir imtihandır. “Pekala, kul hakkıyla gitmektense razı oldum sen yeter ki hakkını helal et” der. Düğün gerçekleşir ve Sabit görür ki hız hiç de peder beyin bahsettiği gibi çolak, sağır veya kör değildir. Soluğu yaşlı adamın yanı başında alır ve adam şöyle izah eder manzarayı: “Kızım kendisine ait olmayan hiçbir şeyi tutmamış, dinin yasak ettiği hiçbir yere gitmemiş, namahreme hiç bakmamış, haram şeyleri dinlememiştir” der. Ve bu evlilikten Ebu Hanife dünyaya gelir.
İlminde ulaştığı noktayı alimlere yaltaklanmak, alçak gönüllü olmak, uykusuz sabahlamak ve merkepler gibi sabretmekle izah eden Ebu Hanife dünyaya bakan yönüyle ticaretle de meşgul idi. Bir gün ders esnasındayken gemisinin battığı haberini aldı ve gülümsedi. Bir müddet sonra batan geminin ona ait olmadığı haberi geldi ve yine gülümsedi. Birbirine taban tabana zıt bu iki habere verdiği aynı tepkinin hikmetini soranlara ise şu cevabı verdi:
“Geminin battığı haberi geldiğinde iç alemimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu sebeple Allah’a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberi gelince de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu alaka ve ilgisizliği ihsan eylediği için Allah’a hamdettim.” s.50
Ebu Hanife’nin keskin zekası ve hazır cevaplılığı karmaşık olabilecek konuları rahatlıkla karara bağlamasında kendini göstermektedir.
“Harici mezhebinin ileri gelenlerinden Dahhak bin Kays Ebu Hanife’ye öfkeleniyordu. “Hakem” olayını kabul ettiğinden dolayı büyük imama kini vardı. Çünkü hariciler hakem olayını kabul edenleri müslüman saymazlardı.
Dahhak bir gün Ebu Hanife’ye “Tevbe et, zira ‘Hakemeyn olayını caiz gördün, dedi.”. Ebu Hanife buna karşılık olarak münazara teklifinde bulundu ve kabul edildi. Ancak şunu ekledi: “Münazara esnasında ihtilafa düşersek bizi ayıracak, aramızda bir arabulucu, hakem olması lazımdır.”. Dahhak bunun üzerine “Peki kimi istersen seç.” dedi.
Bunun üzerine İmam: “İşte hakemliği sen de kabul ettin, caiz gördün.” dedi ve davayı bağladı.” s.107
İmamın bir diğer özelliği ise devlet ricaliyle arasının bozuk olmasıydı. Hak bildiğini söyler, halifenin sofrasından kaçardı. Yıllarca zindanlarda kaldı, ölümü göz hapsinde tutulduğu evinde gerçekleşti. İmam-ı Azam, İmam Malik, İmam Hanbel gibi abide şahsiyetler izinde oldukları hakikat uğruna devlet gücünün altında ezilirken maşeri vicdanda yücelmiş ve kaderin bir cilvesi olarak onlara bu zulmü reva gören halifelerin adı tarihe gömülmüştür. Son nefesinde verdiği vasiyet üzere “gasp edilmemiş olan temiz ve pak bir toprağa” defnedildi İmam-ı Azam Ebu Hanife.
Rivayete göre Ebu Hanife’nin vefat ettiği gün İmam-ı Şâfi dünyaya geliyor. Kitap da bunla ilgili bir nükteyle son buluyor.
“Hanefilerle Şafiler arasında şu tür konuşmalar geçer. Şafiler der ki:
-Bizim imamımız Şafiinin doğacağını anlayınca Ebu Hanife vefat etti.
Hanefiler de buna karşılık derler:
-Sizin imamınız Şafii doğacaktı. Fakat Ebu Hanife’den çekiniyordu. Onun öldüğü gün dünyaya geldi.” s.179
Alıntı=Ragıp Güzel/İmam-ı Azam Ebu Hanife Hayatı ve Güzel Menkıbeleri
Not:Çocuklarımıza, Mezheb İmamımız Ebu Hanife’yi tanıtıcı kitaplar alarak okumalarını ve öğrenmelerini okuyucularımdan rica ediyorum.