Kültür, bir toplumu diğerlerinden farklı kılan değerler bütünü ve hayatı algılama biçimi olarak tanımlanıyor.
Yozlaşma, doğasındaki iyi nitelikleri sonradan yitirmek, orijinalliğin bozulması, bir şeyin manevi niteliklerden uzaklaşması şeklinde tanımlanmaktadır (TDK, 1992: 778).
Kültürel yozlaşma; son 20 yılda sıkça telaffuz edilen, her olumsuz olay karşısında klişe haline gelen bir cümle. Anlam olarak bir milleti var eden değerlerin kaybedilmesi, aslından kopması, yerine taklidinin gelmesi olarak tanımlanıyor. Daha sade haliyle başka bir kültürden veya kültürlerden etkilenme durumudur. Benim burada bahsedeceğim ise kendi değerlerimize yabancılaşmamız ve bu değerlerden olabildiğince kopmamızdır. İnsani ilişkilerin menfaatlere sabitlenmesi, samimiyetlerin sona ermesi, dostlukların çıkarlara göre şekillenmesi, işyerlerine yabancı isimler verilmesi, yardımseverliğin yerine çıkarların ön plana çıkması, dini bayramların tatil anlayışına bürünmesi, konuşurken ve yazarken yabancı kelimeler kullanmak vb. bu örnekler öyle çok ki kültürel yozlaşmanın ne menem bir şey olduğunu anlayamadan gerçekleşmişte hangisinde yozlaştık hangisinde henüz olmaktayız ayırt edilemeyecek noktaya gelmişiz.
Milletleri var eden önce kültürdür. İnsanlık tarihi kadar eski medeniyetlerin günümüze taşıdığı, taşıması gerektiği kuşaklar boyu devam eden adetleri, kendine has gelenekleri, atasözleri, gelenek ve görenekleri vardır, olmalıdır. Bu; dilde, müzikte, yeme-içme alışkanlıklarında, giyside, çocuklarımıza koyduğumuz isimlerde hâsılı yüzyıllar boyu elde edilen birikimlerin tamamında görülen bir durumdur. Oturup kalkmamızdan başlayıp cenaze merasimlerine değin insan davranışlarının tamamını kapsar.
Konunun vahametini göstermesi ve sinsice yayılan bir hastalık olması nedeniyle dilimizden örnek verecek olursak; onbinlerce kelimeden oluşan dilimizin sadece 100-200 kelimesini kullanarak hayatımızı idame ettirmeye çalışmak ve haliyle beceremeyerek her iki kelime arasına bir insanın ağzına yakışmayacak argo kelimeler eklemek belki de dibe doğru hızlı inişimizin en acı göstergelerinden. Daha acısı ailelerin, çocukların yanında bu galiz kelimeleri çok rahat kullanabilme hali. “OKU” emrine muhalefet edercesine okumayışımız, hayata maddi değerler üzerinden yaslanışımız, fikri mülahazalarımızda on cümle kuramadan kavgaya varan hallerimiz, bize ait olmayan ve slogandan öteye gitmeyen düşünceleri bağıra çağıra kabul ettirmeye çalışmalarımız bunların hepsi ve bu alanda aklınıza gelen her örnek, gün içersinde yaşadığınız her olumsuz hal, dildeki kültürel yozlaşma denilen kavramın içinde saklı.
Nereden nasıl başlamalı da bu hallerimiz düzelmeli derseniz; “OKU” emrine muhalefet etmekten vazgeçip çok hızlı bir şekilde okuma seferberliği ilan etmeliyiz. Televole kültürünü ailelerimizin içersine sokan zihniyete karşı evlerimizi okuma evlerine dönüştürmeliyiz. Dilimizi bozduktan sonra tarihi-kültürel değerlerimize düşmanca göz diken zihniyetin bütün dizilerini izlemekten vazgeçip boşa harcadığımız zamanları kendimize ve çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırmak için harcamalıyız. Çünkü okumadığımız müddetçe canımıza okumaya devam edecekler. Ekonomide, sağlıkta, ulaşımda, inşaatta ve daha sayamayacağım pek çok alanda elde ettiğimiz başarı hikâyelerinin yanına artık kültürel başarıları da eklemeliyiz ki başarılara tacı takabilelim. Taçsız kral nasıl olursa kültürsüz diğer başarılarda öyle olur…
Yozlaşmada ki somut ve soyut örnekleri de önümüzde ki hafta yazarak bu konuya devam etmek istiyorum.
Sahibine has konuyla ilgili bir söz; “Çocuklarımızın dünyası bizimkinden bin beter bir tımarhane olacak. Dilini kaybeden millet yaşamak hakkını çoktan kaybetmiştir…” Cemil Meriç