26-Kasım-2024 20:59:37

Cankoç Medya Kuruluşudur.

$
Mevlana Celaleddin-i Rumi

Mevlana Celaleddin-i Rumi

Mevlana, büyük İslam alimlerindendir. 1207 senesinde Horasan’ın Belh şehrinde doğdu. Mevlana, Hz. Ebu Bekr-i Sıddık (r.a.) soyundandır. Babası Muhammed Behaddin-i Veled büyük bir alim idi. Oğlu Celaddin ile Hicaz’a, Şam’a ve daha sonra da Anadolu’ya gelip Konya’ya yerleşmiştir. Annesi Mu’mine Hatun’un Harzemşahlar Ailesine mensup olduğu bilinmektedir.

Babasından, Çelebi Hüsameddin’den ve Şemseddin-i Tebrizi’den ders aldı. Hicaz yolculuğunda Nişepur’da Feriddeddin-i Attar Hz. Çocuk yaştaki Celaleddin-i işaret ederek; “Bu çocukta bir nur-i ilahi ve yaradılışında bir istidat var.”diyerek küçük Celaleddin’e meşhur ve kıymetli kitabı Esrarname’nin bir nüshasını hediye etmiştir.

Babası ölünce ders vermeye başladı. Bir rivayete göre, talebelerinden birisi de Gerede’mizin manevi ışıklarından Ramazan Dede’dir.Konya’da ilim ve irfan ile meşhur oldu. Tasavvuf alimlerinin büyüklerindendi. Binlerce talebe yetiştirdi. Kalbi ALLAH AŞKININ ATEŞİYLE YANINCA bir yerde duramayıp coşar, kendisinden geçerdi. Bu hale kavuştuktan sonra edebi değeri çok yüksek olan İslam ahlakının üstünlüğünü anlatan “mesnevi”sini yazmıştır.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, her şeyden önce olgun, alim ve veli bir Müslüman’dır. Onun başkalarını doğudan ve batıdan çeşitli din, mezhep, meşrep sahibi kimseleri kendisine hayran bırakan; merhameti, insan sevgisi, tevazuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları mensup olduğu İslam dininin yüksek ahlak örneklerindendir. Onda bunlardan başka İslam ahlakının diğer hususları da tam olarak mevcuttur. Hz. Mevlana’yı yalnız bir mütefekkir ve şair gibi düşünmek, öylece anlamaya çalışmak asıl varlığı bırakıp herhangi bir özelliği içinde sıkışıp kalmaya benzer. Bu ise en azından Mevlana’yı eksik ve yarım anlamaya hatta hiç anlamamaya sebep olabilir.

Nitekim Hz. Mevlana’yı, sözlerini, yolunu anlamanın anahtarlarını kendisi bir rubaisinde şöyle dile getirmektedir; “Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Ben Muhammed Muhtar’ın (s.a.v.) yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse; ben ondan da bizarım, o sözlerden de bizarım.”

Mevlana tasavvuf deryasına dalmış bir halk aşığıdır. İlmi, sözleri ve nasihatleri bu deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O büyük alimin hikmet dolu sözlerinden bazıları şöyledir; “1) Sünnet-i seniyyeye harfiyen uymak lazımdır. 2) Halal kazanıp, halaldan yemeli, giyinmeli, çalışmalıdır. 3) Her hareketi Resulullah’a uymalıdır. 4) Dargınlar barışmalıdır, önce davranan önce cennete girer. 5) Tenhada yalnız kalınca da günahtan sakınmalıdır. 6) Nefs-i mağlup etmek için onu rahatsız etmelidir. İstediği her şeyi vermemelidir. En tesirlisi gündüzleri oruç tutmak, geceleri az uyuyup namaz kılmaktır. 7) Az konuşmalıdır, altı yerde dünya kelamı ile meşgul olanın otuz yıllık kabul olunmuş ibadeti ret olunur. Bu konuşma yerleri mescitler, ilim meclisleri, ölü yanı, kabristanlar, ezan okunurken ve Kur’an-ı Kerim okunurkendir. 8) Göllenmiş at idrarında yüzen, saman çöpüne konan sinek idrar birikintisini derya, saman çöpünü gemi, kendisini de Kaptan-ı Derya sanır.”

Mevlana, ezan sesini duyduğu zaman ya dizleri üzerine oturur veya ayağa kalkarak ezan bitinceye kadar o vaziyetini hiç bozmazdı.

Mevlana’nın yazmış olduğu en büyük kitabı Mesnevi’dir. Mesnevi’de 47 bin, diğer kitabı Divan-ı Kebir’de ise 30 bin beyit bulunmaktadır. Ayrıca Fihi Mafih, Mektubat, Meclis-i Seb’a isimli değerli eserleri bulunmaktadır.

Büyük İslam Alimi Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 tarihinde Konya’da vefat etmiştir.

MEVLEVİLİK

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin kurduğu tarikatının adıdır, Mevlevilik. Mevlana’nın öğrettiği usul ve kaidelere bağlı olarak nafile ibadetleri yapan, zikreden kişiye “Mevlevi” denir. Mevlevi Dergahı’nın şeyhine “Çelebi” adı verilmektedir. Çelebiler Hz. Mevlana soyundan gelmektedirler. Tarikata giren dervişler, çelebiye bağlı ve onların hürmetkarıdırlar.

Osmanlı Padişahları arasında da Mevlevi olanlar bulunmaktadır. Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmud, Sultan V. Mehmet Reşad bunların arasındadır. Şair Şeyh Galip’de meşhur Mevlevilerdendir.

Mevlevi Dergahları iki kısım olup, “Asitanematbah” adı verilen ilk bölümde muridlere Mevlevi dersi verilmektedir. “Zaviye” denilen ikinci bölüm ise ilk bölümden geçerek Mevlevi olanların oturdukları yerdir. Mevlevi Dergahında başta Çelebi olmak üzere “Tarikatçı Dede, Asçı Dede ve Türbedar” adını alan çeşitli rütbeler bulunuyordu.

Mevlevilik, doğru bir itikada, imana sahip olan ve İslamiyetin gösterdiği doğru yoldan ayrılmayan bir tarikattır.

Her sene Konya’da Mevlana’nın ölüm yıldönümü olan 17 Aralık’ta Şeb-i Aruz törenleri düzenlenmektedir. Yüce Mevlana’nın ölümü üzerinden neredeyse 8 asır gibi büyük bir zaman geçmesine rağmen alçakgönüllülüğü, tavazzuhu, hoş görürlüğü ve yüce dinimiz İslam’ın bizden istediği o güzel ahlakı ile Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si, her din ve her milletten olanların gönüllerine taht kurmuştur.

Mevlana sevgisi ve aşkı asırlarca bir şelale gibi her dine mensup insanların gönüllerine akmış ve her 17 Aralık’ta dünyada sadece Müslümanlar değil, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup insanların oluk oluk Konya’ya Şeb-i Aruz törenlerine akmasına vesile olmuştur.

Mevlana ve Suriyeli şair

Mevlana’nın yaşadığı dönemde Konya’da yaşamış olan Suriyeli bir şair Mevlana için 40 sayfa naat (kişiyi metheden şiir) yazar, gider bunu Mevlana’ya verir. Mevlana şiiri okur, beğenir ve sırtındaki cübbesini giydiriverir şaire.

Şair, fakir bir insandır, daha doğrusu şiirinin kendisine mali yönden bir yardımı dokunur Mevlana biraz para verir diye düşünmüştür.

Suriyeli şair yolda giderken kendi kendine:

“40 sayfa naat yazdım, sayfası 2 Dirhem (o dönemin para birimi) olsa 80 Dirhem eder. Koca Mevlana bize eski cübbesini layık gördü.”diye düşünür.

İki gün sonra Mevlana ile yolda karşılaşırlar, Mevlana adama döner:

“İki gün önce bizim hakkımızda yanlış düşündünüz, o eski cübbemin yararını ileride göreceksiniz.”der.

Mevlana vefat etmiş, aradan birkaç yıl geçmiştir. Şairin ise geçim sıkıntısı devam etmektedir. Bir yıl Orta Asya’da büyük bir kıtlık olur, yağmur duası da çare olmaz. Orada olanlardan birisi:

“Mevlana bir şaire cübbesini hediye etmişti, gidip Konya’ya satın alıp hocaya giydirerek yağmur duasına çıkalım.”der.

Konya’ya gelip, cübbeye 650 Dirhem vererek alırlar ve yağmur duasına çıkarlar, çokta yağmur yağar. Ambarlar buğdaylarla dolar taşar. Suriyeli şair:

“Mevlana’nın cübbesi bendeyken fakirdim, sattım çok para kazandım fakat cübbenin sahibi olduğum günlerin huzurunu bir türlü bulamadım.”der.       

Avrupa’nın gördüğü ilk Osmanlı “Süleyman Paşa”

Osmanlı, bugün bile hala balkanlarda kalıcı eserleri ile yaşıyorsa bunda Süleyman Paşa’nın büyük emekleri unutulamaz. Çünkü o, Avrupa’nın karşısına çıkan ilk Osmanlı’dır. Süleyman Paşa, Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun’un büyük oğlu olarak 1316 senesinde dünyaya gelir. İzmit, Göynük ve Mudurnu’nun idaresi kendisine verilen genç şehzade, savaş alanlarındaki cesareti ve zekasıyla iyi bir asker olur. Aynı zamanda halka adaletli davranmasıyla da şöhreti artar.

Bizans İmparatoru Kantakuzenus, sık sık Osmanlılar’ın yardımına ihtiyaç duyması üzerine Bolayir yakınındaki Çimpe’yi askeri bir üs olarak Osmanlılar’a verir. Süleyman Paşa emrindeki askerlerle buraya yerleşir ve türlü baskılara direnerek kaleyi düşman saldırılarından korur.

Osmanlılar her geçen gün kuvvetlenerek güçlerine güç katar ve bu arada fetihlere başlar. Yakın şehir ve kasabaları fetheder. Bu aynı zaman da Gelibolu yarımadasının fethi anlamına gelir. Süleyman Paşa, buradan Trakya içlerine doğru yaptığı akınlarda hakimiyet sahasını daha da genişletir. Tarihçilerin “Osmanlı Rumelisi” diye andığı devre bu zamanlarda meydana gelmeye başlar. İşte Osmanlı’nın olduğu kadar İslam Alemi için de ehemmiyetli sayılan Rumeli’ye geçişin mimarı Süleyman Paşa’dır.

Süleyman Paşa, 1360 senesinde çıktığı bir sürek avında attan düşerek vefat eder. Onun ani ölümü Rumeli’de bir süre fetihlerin durmasına sebep olur.

Cevap bırakın