Takvimler 16 Mayıs 1919’u gösteriyordu. Telaşlı ama kararlı bir heyet bindi; Dolmabahçe açıklarında demirli Bandırma Gemisi’ne.
“Haydi kaptan gidiyoruz, hayırlısı olsun” dedi sandaldan gemiye çıkan orta yaşlı bir adam…
Kaptan dediği kişi kendisinden 10 yaş büyük olmalıydı.
“Emredersiniz Paşam” diye karşılık verdi. Sonra asker selamı çakıp döndü ve makine dairesine seslendi; “Vira Bismillah!” Hava yağmurluydu. Elleriyle kaptan köşkünün ön camındaki buharı sildi; İsmail Hakkı Kaptan… Yüreğini tarif edilmez bir heyecan kaplamıştı. 30 yıldır deryanın içindeydi; gitmediği liman, görmediği deniz kalmamıştı. Ama hepsine (bir gün geri dönmek için) gitmişti. Oysa bu kez çıktığı “geri dönüşsüz” bir yolculuktu. Ya sonrası… İşte; orası hiç belli değildi. Eğer Allah izin verirse Samsun’a yolcularını indirdikten sonra bu kubbeli, çınarlı mavi limana geri dönecekti. Çünkü bu taşıdığı yük vatan sorumluluğuydu. Ya işin sonunda kahraman olmak vardı veya hainlikle damgalanmak… “Tam yol ileri” diye komut verdi; makine dairesindeki ateşçilere. Bu komutla birlikte boğazın sert sularını zıplaya zıplaya aşmaya başladı gemi. Anadolu feneri gözüktü uzaktan… Siyah yağmur bulutlarının arasından süzülen beyaz ışık, Karadeniz’in sularını daha da mı karartıyordu ne? Bir ara dümeni II. Kaptan Üsküdarlı Tahsin’e devretti; güverteye çıktı. Yolcuların hepsi oradaydı ve 19 kişiydiler. Paşa bir kenarda oturmuş, uzaklaşmakta olan İstanbul manzarasını seyrediyordu, son kez… O içeri girmediği için kimse güverteyi terk etmiyordu ama bir çoğunun ilk kez çıktıkları deniz yolculuğuna daha ilk dakikalarda yenildikleri gizli gizli kusmalarından belli oluyordu. Gülümsedi İsmail Hakkı Kaptan. Kaptan, köşküne döndü yeniden. Kamarotu Hacı Tevfik’i gördü karşısında ve ona; “GÖZÜNÜ PAŞANIN ÜZERİNDEN AYIRMA… BU HALKIN TEK ÜMİDİ O.”
Bandırma Vapuru Atatürk ve silah arkadaşlarını Samsun’a bıraktıktan sonra İstanbul’a döndü. İsmail Hakkı Kaptan, gemisiyle birlikte yine posta taşıma devam etti. Gemi çok yaşlandığı için 1924 senesinde “Türkiye Seyrüsefain İdaresi” tarafından hizmet dışı bırakıldı.
BATAN GEMİNİN, BİR ÜLKENİN KURTULUŞUNA GEÇEN EMEĞİ (BANDIRMA VAPURU)
İngiltere’nin Glasgow kentinde 1878 senesinde kızağa kondu; Bandırma Vapurunun omurgası… “Torocaderto” adı verilen gemi 279 grastonluk kapasiteli yolcu ve yük vapuru olarak inşa edildi. 1883 senesinde Yunanlı bir şirkete satıldı ve adı da Kıymi olarak değiştirildi. 7 yılda bu şirkete para kazandırdı gemi. O seneler denizlerin hakimi Yunan Armatörlerdi ama bir para makinesi değildi, Kıymi… Onun kaderinde bir ulusu kurtarmanın ve bir ulusun kurtarılışına sebep olmak, bu mutlu ana bizzat şahit olmak vardı. 1890 senesinde bu sefer gemiyi başka bir Yunan firması satın aldı. 12 Aralık 1891 tarihinde kaza yapan gemi battı, aynı yıl yeniden yüzdürüldü ama Yunan gemiciler batan gemileri sevmezlerdi nedense, onlar için uğursuz bulunurdu… Bu yüzden gemi haraç mezat İstanbul’da bulunan Ramo Derasimo firmasına satıldı. 1894 senesinde ise devletin o zamanki deniz yolları işletmesi olarak faaliyet gösteren “İdare-i Mahsusa”ya devredildi. Türk bayrağı çekildi ve adı da değiştirildi. Tekirdağ, Mürefte, Şarköy, Karabiga, Erdek arasında üzüm ve zeytin taşımaya başladı. Osmanlı Devleti İdare-i Mahsusa’nın statüsünü değiştirdi; 28 Ekim 1910 senesinde Osmanlı Seyrüsefer İdaresi (Osmanlı Deniz İşletmesi) oldu adı. Geminin adı da artık Bandırma idi. O artık bir posta vapuruydu.
Yazımız haftaya devam edecektir.
1. CİHAN HARBİ SONRASI OSMANLI
19. Asırda iktidarda bulunan İttihat ve Terakki cemiyetinin büyük bir aymazlıkla Almanların yanında 1914 yılında Osmanlı’yı da 1. Cihan harbine sokması ve 623 yıllık saltanatında hak ve adaletle hükmeden 3 kıtada at koşturan şanlı ve büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlamıştır. Bununla birlikte o yıllarda açılan 10’dan fazla savaş cephesinde, Avrupalıların kışkırtmalarıyla başlayan Osmanlıya baş kaldırış, Din kardeşlerimiz diye bağrımıza bastığımız Arapların, İngiliz ve Fransızların teşvikleriyle bizi arkadan vurmaları.
1. Cihan harbinde Almanlar ile birlikte yenik ilan edildiğimizde galip devletlerle imzalamak zorunda kaldığımız ve her maddesi incelendiğinde Türk Milletinin idam fermanı olan “Sevr Antlaşması”nın imzalanması ve bu antlaşma hükümleri gereğince galip devletlerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinin işgali… İstanbul’un işgali ve Sultanın dayanılmaz çaresizliği…
Buraya kadar 19. yüzyılda içinde bulunduğumuz acı durumlarla geçen o zor yılları özetlemeye çalıştım.
Fakat bütün bu zorluklara rağmen, tarihte hiçbir zaman yüce Türk Milleti esareti kabullenmemiştir. “BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR” diyen bir büyük Türk’ün, bir büyük liderin ve bir büyük komutanın Türk Milleti’nin bu kötü talihini Yüce Rabbimin izni ile aydınlığa çıkarması ve Dünya’da da halen askeri okullarda örnek olarak okutulan “ÇANAKKALE DESTANI” ve “KURTULUŞ SAVAŞI’MIZ…”
İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği o günlerde Mustafa Kemal, İngiliz donanmasına bağlı gemilerin Haliç’e girerek toplarını Yıldız Sarayı’na çevirdiklerini gördüğünde büyük bir kararlılıkla; “GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER.” Demiştir.
Galip devletlerin işgali altındaki yerlerde artık, bu devletlerin istekleri yerine getiriliyordu. Sultan çaresizlik içersinde bir şey yapamıyordu. İşgal edilmedik az bir vatan toprağı kalmıştı.
Samsun’dan Trabzon’a kadar olan doğu Karadeniz Vilayetlerinde oturan Rumlar Türk’lerin kendilerini rahatsız ettiklerini İngilizlere şikayet ettiler. İngilizler Sultan Vahdettin’e gelerek; “Buralardaki asayişin korunmasını, eğer Rumların şikayetleri devam ederse buralarında işgal edileceğini” Sultan’a bildirdiler.
Bazı tarihi kaynaklara göre 15 Mayıs 1919 günü Sultan Vahdettin 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’i Yıldız Sarayı’na davet etti. Burada Sultan; “İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ ZOR DURUM MALUMUNUZDUR. BİZ BURADA SALTANAT OLARAK BİRŞEY YAPAMIYORUZ. VATANIN KURTULUŞU SİZİN GİBİ GENÇ SUBAYLARA DÜŞÜYOR. ARKADAŞLARINI TOPLA VE KURTULUŞ SAVAŞINI BAŞLATMAK İÇİN ANADOLUYA ÇIK. SENİ ANADOLUYA ÇIKARACAK BANDIRMA VAPURU SİRKECİ LİMANINDA BEKLİYOR.”demiştir. Görüşme bittikten sonra Atatürk Saray’dan ayrılırken, Sultan’ın Emir Subayı koşa koşa gelip Atatürk’e kadife bir kese içerisinde bir şey uzatıp; “ZAT-I ŞAHANELERİNİN SİZE HEDİYESİDİR.”demiştir. dışarı çıktığında açıp bakmış ve bunun OMEGA MARKALI ALTIN CEP SAATİ olduğunu görmüştür. Kocatepe’de şarapnel parçasının (top mermisi parçası) isabet etmesi sonucu parçalanan ve Atamızı ölümden kurtaran saat bu saattir.
Resmi olarak Atatürk ve yanında 18 arkadaşı ile Bandırma vapuruyla Rumların şikayetlerini yerinde incelemeye gidiyordu. Aslında Samsun’a ayak basmakla kurtuluş savaşımız başlıyordu.
Atatürk sadece Türk Milleti’nin lideri değil, esaret altında olan milletlerin kurtuluş savaşlarında örnek aldığı bir komutan ve bir lider, düşmanlarının dahi taktir ettiği bir “DÜNYA LİDERİ”dir.
Vatan kolay kurtulmadı, bunun kıymetini bilelim. Atamızın; “EY TÜRK GENÇLİĞİ” diye başlayan hitabını her zaman anlayarak okuyalım, ayrıca ATATÜRK’ÜN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE 36 SAATTE OKUDUĞU “NUTKU” KİTAP OLARAKTA BASILMIŞTIR. BU GİBİ DEĞERLİ SÖYLEVLERİNDE ATAMIZ BİZLERE HERTÜRLÜĞÜ TEHLİKELERİ GÖSTERMİŞTİR. ATAMIZIN YÜCE MİLLETİM İÇİN YAPTIĞI, O BÜYÜK HİZMETLERİ YÜCE RABBİM MİZANINA KOYAR İNŞALLAH”
Evet; YÜCE RABBİM BİR LİDER VERDİ Kİ BU YÜCE MİLLETİME, DENİZLERİ KISKANDIRAN O MASMAVİ GÖZLERİ VE ALTIN SARISI SAÇLARI OLAN BU ÖNDERİMİZİN ADI MUSTAFA KEMAL Dİ. ŞANLI VE KAHRAMAN MİLLETİM ONU ÇOK SEVDİ VE KENDİSİNE ATATÜRK ADINI VERDİ.
MEKÂNI CENNET OLSUN.