Tarih bir milletin hafızasıdır. İnsanın hafızası gibi kıymetlidir. Orada dost, düşman, iyilikler, kötülükler, borçlar, alacaklar, sevgi ve muhabbetler vb. her şey ama her şey yazılıdır.
Kısa bir an hayal edin geçici hafıza kaybına uğradığınızı. Bazen filmlerde rastlarız böylesi sahnelere. Anne, baba, eş, çocuklar, dostlar, düşmanlar hepsi birbirine karışır. Kolunuzdan tutan herkes sizi bir yere çekiştirir. Bilemezsiniz nereye gideceğinizi. Bunalıma girersiniz ve çok büyük yıkımlara, zararlara uğrarsınız. İyilik mi kötülük mü göreceksiniz? Türkiye işte son bir asırdır tarihinden uzak, tarihine yabancı, tarihini sevmeyen nesiller yetiştirdi, yetiştirmeye zorlandı. Geçmişini hor gören, geçmişine hoyrat bakan kendisini aydın diye tanımlayan insanlar gördü. Tarihe sadece savaşlar, barışlar ve antlaşmalar çerçevesinde baktı, zaferlerini bile hakkıyla kutlayamadı, hezimetlerini görmezden geldi.
Hâlbuki hepsinin temelinde insan vardı, aileler vardı, sokaklar, mahalleler, şehirler vardı. Onlar yaşadı güzeli, iyiyi, kötüyü, çirkini… Bize onlar hiç anlatılmadı. Onların içersinde yer aldığı ve oluşturdukları medeniyetin; yaşantılarını, ahlaklarını, zevklerini ve renklerini hiç öğrenemedik. Sayısal verilerle asker sayımızı, araç-gerecimizi, düşmanın sayısal verilerini ve sonuçlarını öğrendik. Kronolojik bilgilere boğulduk. Bu sebepten belki de birçok öğrenci tarihe ezber gözüyle baktı ve sevemedi. Sadece sınavlardan yüksek puan almak için çok çalıştı ezberledi sınavdan sonra hatırlamadı bile neyin ne olduğunu.
Dedelerimizin, ninelerimizin hangi şartlarda yaşadıklarını, sosyal yaşantılarını, meraklarını, hayallerini, şiirlerini hala bilmiyoruz da, yazmıyoruz da, okumuyoruz da…
Evet bugün çocuklarımız ders müfredatlarında ki eksik ve ruhsuz konuları dinliyor, öğretmenlerimiz müfredat dışına fazla çıkamıyor. Birçok öğrenci bu dersi sevemeden okuldan mezun oluyor ve tarihine karşı sevgi muhabbet beslese de büyük bir medeniyeti kavrayamadan hayatını idame ettiriyor. Sonra ülkemiz yöneticileri Suriye, Mısır, Filistin meselelerinde farklı dış politikalar gerçekleştirdiğinde güdülen politikaya anlam veremiyor. Hatta etkili yetkili kalemler bile çıkıp bizim oralarda ne işimiz var diye sorabiliyor! Sonra tarihi filmler furyası başladı, diziler birbirini kovalıyor. Ekranlarda bize yutturulmaya çalışılan Muhteşem Süleyman gibi dizileri izlememekte bir vazifedir. Aman canım ne olacak alt tarafı film değil mi hayır değil efendim alt tarafı bir film olsaydı tarih boyu düşmanlarımızdan Sırpların sağduyulu bir yazarını bile isyan ettirmezdi. Vicdanlı gayrı Müslimlerin bile “affedersiniz” yuh dediği bir diziden bahsediyoruz. Tarih ne övgü ne de sövgüdür. Ne övünmek için ne de dövünmek için okunmalıdır. Böyle yapıldığında ruhsuz oluyor. Hatalara yanlışlara sövmek zaferlerle övünmek değildir. Her bir olayı o günün koşulları içersinde birlikte ele almalıyız. Tarih yarının politikasını belirlerken en iyi rehberdir aynı zamanda…Bu konuya önümüzde ki haftada devam etmek istiyorum.
Konuyla ilgili sözler:
Atatürk Diyor ki; “Tarihini bilmeyen Milletler, Yok olmaya mahkûmdur”
Mehmet Akif Ersoy Diyor ki; “Tarih; geçmişte yapılmış, şu anda elimizde olan ve fakat istikbali gösteren bir dürbündür. dün ne olmuşsa, bugün de aynı şeyler oluyor; güneş altında yeni şeyler yok. Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
2. Abdulhamid Han Diyor ki; “Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor”