DEMİRCİLİK
Şehrimizde demircilik sanatı ile meşgul olan bir çok esnafımız vardı. Bu esnaflarımız ziraat aletleri ile birlikte keser ve balta imal edip satarlardı. Demircilik mesleği ağır mesleklerimizden bir tanesi idi. Akşama kadar kızgın ateşin karşısında demire şekil vermek kolay bir iş değildi. Ustalarımız, imal ettikleri mallarının üzerine kendi isimlerini marka olarak nakşederler, basarlardı. Şu anda bu mesleğimizde kaybolup gitti.
SOBACILIK
Kış mevsiminin uzun sürdüğü ilçemizde çok sayıda soba imal eden sobacı esnafımız vardı. Türlü türlü sobalar imal ederlerdi. Bazıları silindir şeklinde yüksek, bazıları dikdörtgen şeklinde alçak, ayrıca dikdörtgen şeklinde imal edilenlerden bazıları “Güzileli Soba” adı verilen ve iki katlı olanları da vardı. Yine bunlardan bazıları ateş yakılacak alt katın üzerinde yarım kat şeklinde olurdu. Üst kattaki bu kapalı bölümde şehir ve köy evlerimizde “patatesli ev ekmeği, gömeç, börek” pişirilirdi.
KURU KAHVECİLİK
Şehrimizin Orta Çarşısında, şimdiki Aktar Fevzi Başaran’a ait dükkana bitişik doğu tarafında 1952-1955 yılları arasında Gerede Belediye Başkanlığı görevinde de bulunan H. Baki Özyiğit’in Kuru Kahveci dükkanı vardı. Baki amca burada çiğ olarak aldığı kahveyi uzun bir kahve makinesinde önce bir güzel kavurur sonra çeker, kuru kahve imal ederdi. Kahveyi kavurduğu anlarda kahvenin o insanı kendisine çeken güzel kokusu bütün çarşıyı kaplardı.
SEMERCİLER
At, eşek ve katırların sırtlarına konulmak üzere semer yapan semerci esnafımız vardı, eski Gerede’mizde… Hepsi de rahmet-i Rahman’a kavuşan bu meslek erbabımızdan bazıları da dükkan levhalarına hayvan terzisi yazacak kadar muzip insanlardı. Ulaşımımız artık taksi, otobüs gibi vasıtalarla yapıldığı günümüzde bu meslek de artık yok olan meslekler arasındadır.
BAKIRCILIK
Gerede’mizde çok sayıda bakırcı esnafımız vardı. Bakırcılar ibrik, güğüm, sahan, tas, tencere imal ederlerdi. Eskiden evlerimizde içmek için ve temizlik için kullandığımız su ihtiyacını dağlardan gelen suların aktığı mahallelerimizden sağlardı. Evde kullanılacak su çeşmelerden ibrik ve güğümlere doldurularak evimize getirilirdi. Her evde, evin ihtiyacı kadar ibrik ve güğüm bulunurdu. Bizim evimizde de 10 ibrik 5 tane de güğümümüz vardı. Güğümlerimizin üzerinde dövme olarak güğümlere işlenen ayyıldız ve ayın içerisine güğümü yapan usta “Osman-1948” diye adını ve yapım tarihini işlemişti.
Eski günlerde evlerimizde yemekler çoğunlukla evlerimizde olan soba üzerinde veya yine çoğu evde bulunan, çamurdan yapılmış ocaklar üzerinde, bakır tencereler üzerinde pişirilir ve bakır sahan ve taslarla sofralarımıza konulurdu. Şehrimizin Doğu bölgesinde, tabakhaneler yolu üzerinde bulunan Bakırcılar Çarşısı dediğimiz bölgede mesleklerini yapan bakırcılar, gece yarılarına kadar dükkanlarında çalışırlar ve bakıra o mahir ve hünerli elleriyle şekil verirlerdi. Gece geç saatlerde Bakırcılar Çarşısından geçerken bakırcı ustalarının bakırı işlerken kullandığı o çekiç sesleri sanki saatçi dükkanında çalışan saatlerin sesleri gibi kulağa hoş gelirdi. Bu sesler adeta bütün sokağı kaplardı.
Çoğu el sanatlarında olduğu gibi bu mesleğimiz de Gerede’mizde nerede ise tarihe karıştı. Bakır tencere ve sahanların, tasların yerini sofralarımız alüminyum kaplara bıraktı, ayrıca bakırcı esnafı teknolojinin hızlı gelişimine ayak uyduramadı, teknolojiye yenik düştü. Şimdi kalan 8-10 bakırcı esnafı dükkanlarında Kahramanmaraş ve diğer illerden gelen malları satmaktadır. Bazıları ise büfelerde süs olarak kullanılacak minyatür, küçük ibrikler imal etmektedir. Halbuki, bazı güzellikleri ve bazı lezzetleri tarif ederken; “insan yeni kalaylanmış kapta yemek yemiş gibi olur.” Şeklindeki deyimimiz herhalde boşuna söylenmemiştir. Bakır tencerede pişen ve kalaylı bakır sahanlarda yenilen yemeğin lezzetine doyum olmaz.
TİFTİK ALIM VE SATIMI
Şehrimizin köylerinde eskiden Gerede’mize ve büyük kentlere köylerimizden göç başlamadan önce köylü vatandaşlarımız tarlasına ekip biçtiği ile beslediği büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği ile geçimlerini sağlarlardı.
Köylerimizde küçükbaş olarak yetiştirilen koyunlarla birlikte Tiftik Keçisi de yetiştirilirdi. Tiftik Keçilerinin tüylerini kırkım zamanı geldiğinde “Kırklık” denilen büyük makaslarla tüyleri kırkılır ve kırkılan tiftikler, şehrimizde tiftik alım ve satımı ile uğraşan tiftikçilere satılırdı. Köylü vatandaşlarımızdan tiftikleri alan tiftikçiler, dükkanlarının üst katındaki odalarda veya bir müsait yerde bunlara tuttuğu insanlara işletirlerdi. Tiftik bütün işlemlerden geçip, tüccara satılacak konuma geldiğinde “harar” adı verilen büyük çuvallara yerleştirilir ve daha önceden bu tiftikçi esnafı, malları kendisine ait olduğunu belirtmek için yaptırdığı; “tenekeden hazırlattığı ve üzerinde ismi ve soyadının baş harfleri olan markasını” tiftiklerle doldurulmuş ve ağzı bağlanmış olan hararların üzerine yatırır, ispirtoya batırılmış bir fırçayı tenekenin üzerinde gezdirerek “markayı” çuvala basmış olurdu. Tüccar da markaya bakarak tiftiklerin kimden geldiğini bilirdi. Şehrimizdeki tiftik tüccarlarına gelince rahmetli annemin babası, dedem İsmail Güleray, rahmetli Dörtdivanlı Hacı Mehmet Özkul, Demokrat Parti Milletvekilliği de yapan rahmetli Mithat Dayıoğlu, rahmetli Ali Turan isimlerini sayabilirim. Unuttuğum varsa özür dilerim. Hemen hemen neredeyse her hafta Pazar günleri isimlerini saydığım esnaflarımızdan 1-2’şer kamyon tiftik yüklenip, İstanbul’a tüccara gönderilirdi.