Yazımın başlığının muhatabı İran. İran ile olan yüzlerce yıllık münasebetlerimizi ve bundan sonra olması beklenen münasebetlerimizi bir yazı dizisi halinde sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu yazı dizisinin ilk bölümünde İran ile genel bilgileri kitabi olarak paylaşacağım ve bundan sonra ki bölümlerde de tarihten beslenerek düşüncelerimi yazacağım.
Büyük ve derin bir tarihî geçmişe sahip olan İran, M.Ö. 625 yılına kadar uzanan Pers ve Med İmparatorluklarının günümüzdeki varisleri olma özelliğini taşımaktadır. Öyle ki, bu imparatorluklar günümüzde İranlıların savaşçı özelliğe sahip olduklarına dair inancı oluşturan devletlerdir. Özellikle Perslerin Yunanlılarla ve Büyük İskender’le olan savaşları hâlâ dilden dile anlatılan tarihin bölgesel bazda kritik noktalarını oluşturan savaşlardır.
İran’da dini inanış, M.S. 630 yılına değin genel olarak Zerdüştlük idi. Ancak Arap Yarımadasında Mekke’de Hz. Muhammed’e (S.A.V) Kuran’ın indirilmeye başlamasıyla İslâm dini doğmuş oldu. Hz. Muhammed (S.A.V) tarafından 630 yılından başlayan İran’ın İslâm’a davetleri 652 yılında İslâm Devleti tarafından fethedilinceye değin devam etti. 652 yılında Sasani İmparatorluğu(dönemin İran Devleti’nin ismi) El-Kadesiye Savaşı’nda İslâm Devleti tarafından fethedilerek İslâm günümüz İran sınırları içerisinde yaygınlaşmaya başladı.
İran, tarihinin hem köklü bir geçmişe dayanması hem de coğrafî konumu itibariyle her zaman güçlü bir ordu bulundurmak zorundadır. Jeopolitik konumu ele alındığında dünyanın ulaşım ağının her zaman göbeğinde yer almıştır. Dünya’daki birçok kaynağında var olduğu bir bölge olan Ortadoğu coğrafyasında konuşlanmıştır. Doğal olarak böyle özelliklere sahip bir coğrafyaya hükmeden bir devlet olduğundan kendisine ve ülkenin kaynaklarına yönelebilecek her tehdidi püskürtebilmek için caydırıcı niteliği bulunan bir silahlı kuvvete gereksinim vardır. İran’ın tarihi; Yunanlılar,Romalılar,Büyük İskender ve de Osmanlı Devleti ile giriştiği mücadelelerle doludur. (Yazarın notu:Buraya dikkat Müslüman olduktan sonra Osmanlıdan başka savaştıkları bir devlet yok ve bir de 1980’li yıllarda Irak ile savaşmaları var.)
1908’de İran’da petrolün bulunması tarihinde kritik bir dönüm noktası oldu. Böylece hem emperyalist devletlerin İran toprakları üzerindeki düşünceleri hem de İran’ın 20. yy.’na damgasını vuracak olan karmaşık sosyo-ekonomik yapı ortaya çıktı.
İran’ın kırsal kesiminde feodalizm egemendi ve büyük toprak sahipleriyle topraksız köylüler arasındaki uçurum oldukça derindi. Şehirlerde ise bazargan ya da çarşı adı verilen geleneksel küçük burjuvazi, esnaf tarihsel olarak etkin bir sınıf olarak göze çarpmaktaydı. Bu sınıf aynı zamanda toplumun en çabuk örgütlenebilen kesimini oluşturmaktaydı. Özgün bir hiyerarşiye sahip olan İran uleması, mollalar hem toprak sahipleri hem de çarşı esnafı arasında nüfuz sahibiydi. Pek çok açıdan bu sınıfların çıkarlarının temsilciliğini üstlendiği gibi vakıf mülklerine sahip olması açısından kendisi de ekonomik olarak toprak sahibi sayılırdı. Petrolün ekonomik bir ürün olarak devreye girmesiyle birlikte kapitalist ilişkilerin ülkede yayılmaya başlaması sonucunda bir ticaret burjuvazisi ve işçi sınıfı da ortaya çıkmış, 1940’lardan itibaren etkinliğini artıracak olan sanayi burjuvazisinin öncülleri oluşmaya başlamıştı. Ülke, emperyalist ülkeler açısından ise artık, en güçlünün en büyük dilimi alacağı bir pasta olarak görülmekteydi.